Kayıtlar

FANTOM AĞRISI VE RUNTALYA

  Otuzlu yaşlarımın başında öğrendiğim fantom ağrısından, eski bir sevgilim için duyduğum özlemi anlatmak amacıyla yazacağım romantik bir yazıda bahsetmek isterdim ama insanın yaşadığı coğrafya ve toplum böyle küçük şımarıklıklara bile müsade etmiyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor”. Fantom ağrısından eski bir sevgiliden ya da özlenen geçmiş günlerden dolayı hissettiklerimi açıklamak için değil yüzbinlerce insanımızı kaybetmememize neden olan deprem felaketinden dolayı hissettiklerimi açıklamak için bahsetmek üzücü. Daha üzücü olansa felaketin deprem değil usulüne uygun inşa edilmeyen yapılar olduğunu biliyor olmak. Otuzlu yaşlarımın başında bir ilaç firmasının temsilcisi olarak kanser ağrısında kullanılan bir ilacı hekimlere tanıtırken haberdar olduğum fantom ağrısını, yani hayalet ağrıyı, ilk duyduğumda dehşete kapılmıştım. İleri derece kanser hastalarının çektiği acılardan bile daha çok acıya yol aç

Kızıma Mektup

   KIZIMA MEKTUP Derin’im bugün senin doğumgünün. Bugün itibariyle 10 yaşını doldurdun. Artık bütün yaşıtların gibi bir an evvel büyümek için can attığın yaşlara geldin. Bütün yaşıtların gibi büyüdüğünde şu anda dünyayı ve olup bitenleri bir masal tadında anlamlandırmanı sağlayan masumiyet perdesi aralanacak ve büyümenin o kadar da matah bir şey olmadığını anlayacaksın. Umarım büyüdüğünde önemli hedefleri olan “büyük” insanların; seni çocukluğunun masalsı ortamında tüm masumiyetinle kurduğun bütün hayatının tek gerçekliği olan hayallerinden vazgeçirmesine izin vermezsin. Derin’im bugün senin doğumgünün ve ben bu mektubu sana bitmeyen antrenmanlarım, işim, sınavlarım ve daha birçok aktivitem arasında bir yerlerde yazmaya çalışıyorum. Sanıyorum sınavlardan sınavlara, yarışlardan yarışlara, yollardan yollara sürekli bir koşturmaca içinde olan bir babanın kızı olmak biraz zorlayıcı. Büyüdüğünde bu mektubu okurken bütün bu çabaların ne anlama geldiğini anlayaca

İstanbul Triatlonu

  İstanbul Triatlonu Katılım sağladığınız bir amatör spor organizasyonu duygularınızı, düşüncelerinizi ve bakış açınızı ne kadar etkileyebilir? Geçtiğimiz günlerde İstanbul Boğazında gerçekleştirilen İstanbul Triatlonunda yarışmacılar ikinci köprünün altından yüzerek bir kez, koşarak altı kez    üstünden de bisikletle dört kez geçtiler. Birçok yarışmacı bu organizasyonu Fransızcadan dilimize geçen ve “görüntüsel, hayali, düşsel” anlamına gelen fantastik kelimesi ile tanımladı. İstanbul Boğazının coğrafi, tarihi ve masalsı durumu düşünüldüğünde bu tanımlama çok da haksız bir tanımlama değil. Boğazın üstünde martılarla birlikte uçup duran ve eski bir söylenceye göre bir zamanlar Boğaziçi’nde yaşayıp ölmüş kişilerin; Megaralıların, Cenevizlilerin, Romalıların, Osmanlıların ruhlarını taşıdığı düşünülen yelkovan kuşları; Bizanstan beri batan gemilerden denizin dibinde kalan eşyalar, hazineler; 14 kasım 1991 günü koyun yüklü Lübnan bandıralı gemi ile Filipin Bandıralı geminin çarpışması sonu

Ironman Frankfurt

Geçmiş zamanda padişahın biri yetenekli insanları ödüllendirmek için bir yarışma düzenletmiş. Yarışmacılardan biri 10 metre uzaktaki bir iğneden ipliği geçirmeyi başarmış. Padişah yarışmacıyı bir kese altınla ödüllendirdikten sonra bu kadar boş bir işle meşgul olduğu için Fizan’a sürülmesini emretmiş.  Triatlona başladığımdan beri her antrenmanda ve her yarışta kendimi sorguluyorum; “ben ne yapıyorum?”Yaşıtlarım, meslektaşlarım, çevrem, arkadaşlarımın çoğu sürekli olarak aynı soruyu soruyor. “Volkan sen ne yapıyorsun?” Yüzüyorum, bisiklete biniyorum ve koşuyorum diyorum. “Yok yok o değil sen ne yapıyorsun?” Arada duyuyorum bazıları kendi aralarında sohbet ederken “bu işte kesin bir iş var” diyorlar.  Aslen bisiklet tamircisi olan Wright kardeşler 17 Aralık 1903 tarihinde ilk uçuş denemelerinde sadece 17 saniye havada kalıp 37 metre mesafe katetmişlerdi. Wright kardeşlerin çevresinde onlara deli gözüyle bakan ve “ne yapıyor bunlar” diyen birçok insanın yanında onların uçma hayalini dest

Marmaris Yanarken

  1258 yılında  Hülagü  Han komutasındaki Moğollar Bağdat’ı işgal ettiğinde kimi kaynaklara göre 200 bin kimi kaynaklara göre 1 milyon insanı öldürüp şehri yedi gün boyunca yağmalamış. Son Abbasi Halifesi  Mustasım  Billah ve oğullarını ise kan akıtmak uğursuzluk getirebilir diye halılara sarıp atlara çiğneterek öldürmüşler. Bütün bunlar yaşanırken Dicle nehri Bağdat Kütüphanesindeki kitapların mürekkepleri yüzünden günlerce masmavi akmış.  Evet,  yağmacılar Bağdat kütüphanesindeki bütün kitapları Dicle nehrine atmışlar. Eğitim hayatım boyunca tarih derslerinin müfredatlarında bu konulardan çok bahsedildiğini duymadım. 1980 sonrasının siyasi ve kültürel düşün dünyasını şekillendiren Aydınlar Ocağı’nın eseri olan Milli Eğitimimiz bu konu lardan pek hazzetmiyordu . Bir tarafta Abbasiler bir tarafta Moğollar olunca Türk-İslam sentezi ile yola çıkan insanlar bu konuların irdelenmesini çok istemiyordu sa nırım. Bağdat katliamını Milli E ğitime rağmen kendi çabalarımla kitaplardan okuyarak ö

Bisiklet Hırsızları

İtalyan yönetmen Vittorio De Sica’nın 1948 yapımı “Ladri Di Biciclette” Bisiklet Hırsızları filmi İtalyan Yeni Gerçeklik Akımının ilk örneklerinden birisidir. Filmde çalışabilmek için  bisiklete ihtiyacı olan küçük bir erkek çocuğuna sahip bir babanın; her şeyini satarak alabildiği bisikletinin hırsızlar tarafından çalındıktan sonra yaşadıkları anlatılır. Bisiklet Hırsızları filminde bisiklet, kahramanımız Antonio Ricci için çocuğuyla birlikte geçinebilmesi için gerekli bir araçken, benim için çok farklı anlamlar ifade etmekte.  İlk bisikletime on üç yaşımda sahip oldum.  Söz konusu bir bisiklet olduğunda o mu bana sahip oluyor ben mi ona çok emin olmasam da çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Hani böyle her yıl bahar geldiğinde ağaçların çiçeklenmesi, polenlerin havada uçuşmasından mı yoksa doğayla birlikte bedeninizin yeniden doğmaya başlamasından mı tam olarak bilmediğiniz bir sebepten içiniz kıpır kıpır olur ya işte öyle bir mutluluk… O yaz yerel bir gazetede ofis elemanı olarak ç

Runatolia 2021

  Runatolia 2021   Katıldığınız organizasyon ister uzun mesafe bir Triatlon organizasyonu olsun ister kısa mesafe bir koşu etkinliği her şey bittikten sonra siz yarışla ilgili bir şeyler anlatmanızı isteyen insanlara bütün yaşananları her şey çok kolay yaşanmış gibi kolayca anlatıverirsiniz. Bu durum tıpkı on binlerce insanın ayrı ayrı hikayelerinden oluşmuş yüzlerce yıllık dönemlerin bir tarih kitabının ilgili bölümünde üç beş sayfaya sıkıştırılması gibidir. Nasıl ki senaristler kediyi tersten yürüterek yani olay örgüsünü sondan başa doğru tasarlayarak kolayca senaryolarını yazarsa bizler de tüm yaşananlar olup bittikten sonra bütün yaşananları kafamızın içinde tekrar tekrar yaşarız ama bir farkla, bu sefer nasıl bir sona ulaşacağımız, amaçlarımızı gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğimiz ve başarılı olup olmayacağımız kaygıları yoktur. Her şey yaşandıktan sonra bu kaygılardan arındırılmış hikayelerimiz kolaymış gibi kolayca anlatılır. Oysa gerçek çok farklıdır.  Runatolia sabahı pande