FANTOM AĞRISI VE RUNTALYA

 

Otuzlu yaşlarımın başında öğrendiğim fantom ağrısından, eski bir sevgilim için duyduğum özlemi anlatmak amacıyla yazacağım romantik bir yazıda bahsetmek isterdim ama insanın yaşadığı coğrafya ve toplum böyle küçük şımarıklıklara bile müsade etmiyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor”.

Fantom ağrısından eski bir sevgiliden ya da özlenen geçmiş günlerden dolayı hissettiklerimi açıklamak için değil yüzbinlerce insanımızı kaybetmememize neden olan deprem felaketinden dolayı hissettiklerimi açıklamak için bahsetmek üzücü. Daha üzücü olansa felaketin deprem değil usulüne uygun inşa edilmeyen yapılar olduğunu biliyor olmak.

Otuzlu yaşlarımın başında bir ilaç firmasının temsilcisi olarak kanser ağrısında kullanılan bir ilacı hekimlere tanıtırken haberdar olduğum fantom ağrısını, yani hayalet ağrıyı, ilk duyduğumda dehşete kapılmıştım. İleri derece kanser hastalarının çektiği acılardan bile daha çok acıya yol açan bir hastalık olabileceğini bilmiyordum. Şunu öğrenmiştim; bir insan herhangi bir uzvunu kaybettiğinde beyinde o uzvu hissetmek için bulunan sinir, ilgili uzvu bulamayınca sürekli sinyal vererek dayanılmaz bir acıya yol açıyordu. Düşünebiliyor musunuz, hem bir uzvunuzu kaybetmişsiniz hem de bu yetmezmiş gibi o uzvun yokluğundan dolayı beyniniz size sürekli işkence ediyor.

Deprem felaketi sonrası yaşadığımız kayıplardan sonra aklıma ilk gelen bu oldu; fantom ağrısı. Sonradan yaşadığım tecrübelerle, kaybettiğiniz ister bir uzvunuz olsun, ister bir yakınınız, isterse sevdiğiniz bir insan durum çok da değişmiyordu. Beyin kayıp duygusuyla baş edemiyor ve insan bu kayıplardan dolayı fiziksel ya da zihinsel olarak hiç durmayan bir acının pençesinde kıvranmaya devam ediyordu.

Uzuv kayıplarına bağlı fiziksel acıları biraz da olsa yatıştırabilecek ilaçlar varken böylesi büyük kayıplar yaşayan ve sürekli olarak bir umutsuzluğun içinde kalan toplumların acılarını yatıştırabilmek hem kolay değil hem de bunun için çok daha fazla zaman gerekli. Bireysel olarak acılarımızı bastırmak ve kayıplarımızı bir nebze de olsa unutabilmek için hayatımızı sürdürmeye ve rutinlerimize geri dönmeye çalışıyoruz. Benim için Runtalya dönmeye çalıştığım normal hayatımın rutinlerinden biriydi. Ama bu sefer ufak bir fark vardı. Runtalya bu sene her zaman olduğundan farklı olarak deprem farkındalığı konseptiyle koşuldu. Biliyorum deprem konseptli koşu mu olur diye şaşırıyor insan ama maalesef bizde oluyor.

İşte ben de 2018 yılından beri her sene yaptığım gibi bu sene de Runtalya’da koştuğum kırk iki kilometre yüz doksan beş metre sonrası koşmak ve spor yapmak isteyen insanları teşvik etmek için her bitirdiğim spor etkinliği sonrası yaptığım paylaşlarıma bir yenisini eklemek istedim ama olmadı, olmuyor ve biliyorum hiçbir zaman eskisi gibi olamayacak. Bu kapkara günler öyle kolayca ve çabucak geçmeyecek. Geçer gibi olduğunda da kaybettiğimiz güzel insanların yarattığı boşluk acı vermeye devam edecek. 

Wilhelm Schimd’e göre; “Duyarlılık, hala kurtuluş vaat eden yegane insan yeteneğidir”. Bize de böylesi büyük bir felaketin ardından kalan tek teselli, deprem felaketi aracılığıyla tanıdığımız duyarlı insanlar olsa gerek. Böylesi duyarlı insanlar olmasaydı belki de birçoğumuzun sonu Stefan Zweig gibi olacaktı. İnsanın baharın gelişini müjdeleyen cemre için coşkulanmaya, çiçekleri koklamaya, sevdiklerine şefkatle bakmaya, çocuklarını bile sevmeye çekindiği yani yaşamı anlamlı kılan ve yaşama sevinci veren bir şeyler yapmaya utandığı şu kapkara günlerden geçerken tek tesellimiz bu insanlar oldu. Evet belki toplum olarak “fantom ağrımız” hiçbir zaman tamamen geçmeyecek ama bu felaket aracılığıyla tanıdığımız duyarlı insanlara sarılarak ve bu insanlar çoğalsın diye daha fazla çalışarak daha güzel bir toplum olma yolunda ilerleyebiliriz belki. Belki o zaman kendi sefahatlerini sürdürmek için insanları birbirlerine karşı kışkırtan, ötekileri düşmanlaştıran ve ötekileri düşmanlaştırabilmek için kindar nesiller yaratmaya çalışanlar amaçlarına ulaşamaz. O zaman siyahın içinden beyazın, beyazın içinden siyahın çıktığını, eğer fırsat eşitliği, adil bir toplum ve güzel bir çevre olursa insanların tümünün siyah değil beyaz taraflarını daha fazla keşfetme şansının olabileceğini anlayan nesillerin oluşmasını sağlar, bu güzel coğrafyaya layık insanlar olabiliriz belki. Belki işte kimbilir…

 

NOT: Bu yazı, 2023 Şubatında Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve 13 milyon insanımızı direk etkileyen deprem felaketi sonrası hiç vakit kaybetmeden ve hiç düşünmeden deprem bölgesine gönüllü olarak giden başta Dr. Serkan Kara ve diğer bütün isimsiz kahramana adanmıştır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstanbul Triatlonu

Kızıma Mektup

İnsan Neden Koşar?