İstanbul Triatlonu

 İstanbul Triatlonu

Katılım sağladığınız bir amatör spor organizasyonu duygularınızı, düşüncelerinizi ve bakış açınızı ne kadar etkileyebilir? Geçtiğimiz günlerde İstanbul Boğazında gerçekleştirilen İstanbul Triatlonunda yarışmacılar ikinci köprünün altından yüzerek bir kez, koşarak altı kez  üstünden de bisikletle dört kez geçtiler. Birçok yarışmacı bu organizasyonu Fransızcadan dilimize geçen ve “görüntüsel, hayali, düşsel” anlamına gelen fantastik kelimesi ile tanımladı. İstanbul Boğazının coğrafi, tarihi ve masalsı durumu düşünüldüğünde bu tanımlama çok da haksız bir tanımlama değil.

Boğazın üstünde martılarla birlikte uçup duran ve eski bir söylenceye göre bir zamanlar Boğaziçi’nde yaşayıp ölmüş kişilerin; Megaralıların, Cenevizlilerin, Romalıların, Osmanlıların ruhlarını taşıdığı düşünülen yelkovan kuşları; Bizanstan beri batan gemilerden denizin dibinde kalan eşyalar, hazineler; 14 kasım 1991 günü koyun yüklü Lübnan bandıralı gemi ile Filipin Bandıralı geminin çarpışması sonucu Boğazın karanlık sularının altında kalan yirmi iki bin koyun; Struma Faciasında hayatını kaybeden masum insanların akıntıyla İstanbul Boğazına sürüklenen bedenleri; İstanbul Boğazında kaza sonucu bir ay boyunca aralıksız yanan ve çevre faciasına yol açan İndependenta gemisi; serin sonbahar günlerinde, sisli sabahlarda, şehir hatları vapurlarıyla boğazın bir yanından diğer yanına geçen insanların umutları, endişeleri, düşleri, hayalleri düşünüldüğünde İstanbul Boğazındaki bir amatör yarışın hele hele İstanbul Boğazında yüzmenin tam olarak fantastik bir deneyim olduğu anlaşılabilecektir.

Çocukluğu İstanbul’da geçen, hem Sürreyya Plajı hem Kilyos hem Florya hem de  Büyükçekmece’de denize giren, Boğazın kıyısında, şimdiki Çırağan Otelinin olduğu yerde bulunan Şeref havuzunda ilk kulaçlarını atan birisi olarak İstanbul Boğazında yüzmenin ve bir Triatlon yarışında yer almanın büyüsüne ben de kapıldım. Yarış boyu bütün fotoğraflara kocaman gülüşlerim yansımış. Ancak ben bu yarışta motivasyonumu bütün bu masalsı detaylardan değil farklı bir yaşanmışlığımdan aldım.

Bütün şarkıların, romanların, sanat eserlerinin yaşanmışlıklarla hayatımıza dokunduğunu bilenlerden birisi olarak Teoman’ın “Çoban Yıldızı” şarkısını ilk dinlediğimde çok duygulanmamıştım. Ta ki Eskişehir’de Yüksek Lisans yaparken tanıştığım M’ye kadar. Lisansı birincilikle bitiren M 24 yaşında olmasına rağmen 40 yaşındaki benden çok daha olgun duruyor ve akademiye biraz uzak kalmış bana her konuda herkesden daha çok yardımcı oluyordu. Onu biraz tanıdıktan sonra kendi kendime gerçek olamayacak kadar iyi bir çocuk dediğimi hatırlıyorum. Dersler bitip tez dönemine geçtiğimizde ayrı şehirlerde olduğumuz için iletişimimiz azalarak devam etti. Tezi yazarken en sıkıldığım anlarda M sürekli “Abi sen yaparsın” diyerek beni teşvik ediyordu. Sonra bir süre ulaşılmaz oldu M, bazı sağlık sorunlarından dolayı tez yazmaya biraz geç başlamıştı. Çok önemsememiştim. Birçok insan gibi kendime odaklıydım. Covid dönemiydi. Sınıftan bir arkadaş mesaj attı. M’yi kaybettik diye. M çocukken Lenfoma geçirmiş bilmiyordum. Görüşemediğimiz dönemde hastalık tekrar etmiş ve çok kısa sürede ilerlemiş. 

Tunceli Jandarma Bölge Komutanlığında askerlik yaparken 20 yaşında iki çocuğu çok yakınımda kaybettiğimden beri bütün mutlu anlarım biraz gölgeliydi ve beni tanıyan herkes hayatı hafife almamdan şikayetçiydi. Bu durumu yıllarca bir türlü tam olarak açıklayamıyordum. Açıklamamı yıllar sonra  Alejandro Amenabrin’in yönettiği Mar Andro isimli filmin bir repliğinde buldum. “Nasıl bu kadar gülümseyebiliyorsun”, “Kaçıp gidemiyorsan ve kesin bir biçimde başkalarına bağımlıysan gülerek ağlamayı öğreniyorsun.” 

Bir gün çeşitli mutsuzluklarımdan bahsettiğim bir e-postama “a N” cevap olarak yüzüne profesyonel iş yaşamının duygusuz gülümsemelerinden birisini iliştirmişcesine “o kadar da zor değil mutlu olmak, inan bana” diye cevap vermişti. 

Bütün yarışmacıların fantastik olarak değerlendirdiği ve deneyimlediği İstanbul Triatlonunu ben biraz daha farklı duygularla koştum. İstanbul Boğazının masalsı sularında kulaç atarken kendi masallarımı düşündüm. Kulaklarımda sürekli olarak aynı şarkının sözleri yankılandı.

“Yüzme bilmeden daha, deniz görmeden

Hiç güneşte yanmadan

Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan

Aşkı tatmadan daha, onla sarhoş olmadan

Hiç sevişmeden daha

Şimdi ölmek istemem, daha hiç gülmeden

Çoban yıldızı”

M ve diğerleri yüzme bilmeden, deniz görmeden yaşamasın diye, sonsuz acılarla dolu kısacık insan hayatında küsüp kenara çekilip şikayet ederek üretmeden, yaratmadan, insanların hayatlarına dokunmadan kendilerine odaklanarak yaşamak yerine değer üreten, çabalayan, böylesi güzel organizasyonlar düzenleyen herkese selam olsun. Evet “a N” mutlu olmak hiç de zor değil inanıyorum sana…

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kızıma Mektup

İnsan Neden Koşar?