Marmaris Yanarken

 1258 yılında Hülagü Han komutasındaki Moğollar Bağdat’ı işgal ettiğinde kimi kaynaklara göre 200 bin kimi kaynaklara göre 1 milyon insanı öldürüp şehri yedi gün boyunca yağmalamış. Son Abbasi Halifesi Mustasım Billah ve oğullarını ise kan akıtmak uğursuzluk getirebilir diye halılara sarıp atlara çiğneterek öldürmüşler. Bütün bunlar yaşanırken Dicle nehri Bağdat Kütüphanesindeki kitapların mürekkepleri yüzünden günlerce masmavi akmış. Evet, yağmacılar Bağdat kütüphanesindeki bütün kitapları Dicle nehrine atmışlar.

Eğitim hayatım boyunca tarih derslerinin müfredatlarında bu konulardan çok bahsedildiğini duymadım. 1980 sonrasının siyasi ve kültürel düşün dünyasını şekillendiren Aydınlar Ocağı’nın eseri olan Milli Eğitimimiz bu konulardan pek hazzetmiyordu. Bir tarafta Abbasiler bir tarafta Moğollar olunca Türk-İslam sentezi ile yola çıkan insanlar bu konuların irdelenmesini çok istemiyordu sanırım. Bağdat katliamını Milli Eğitime rağmen kendi çabalarımla kitaplardan okuyarak öğrenirken bir yandan öldürülen onca insana üzülür bir yandan bütün bunların kitap okuduğum o anki dünyanın uzağında bana ve sevdiklerime zarar gelmeyecek mekânsal ve zamansal mesafelerde yaşandığını düşünür gizli bir sevinç duyar bir yanımla da bu gizli sevincimden dolayı utanırdım. Bu hikayeleri –çünkü ben okurken onlar benim güvenli alanımdan artık hikayeydi-  okurken öldürülen insanlara mı, vahşice katledilen son Abbasi Halifesi ve oğullarına mı, tecavüze uğrayan kadınlara mı, öldürülen insanların çalınan ve bir daha hiçbir zaman gerçekleşemeyecek hayallerine mi yoksa İskenderiye Kütüphanesi ile aynı akibete uğrayan Bağdat Kütüphanesine mi daha çok üzüleceğime karar veremezdim. Her şeye rağmen ilk gençliğimde bütün bunlar bana masalsı gelir bütün bu kötülüklerden tarihin geçmiş olmasına sığınarak kendimi korurdum. Oysa bilmiyordum ki Hegel’in dediği gibi tarihsel olaylar ve kişiler hemen hemen iki kez yinelenirdi.

1258 yılında gerçekleşen Bağdat istilasından tam 763 yıl sonra 2021 yılının Ağustos ayında Manavgat ile başlayan ve Türkiye’nin en güzel kıyılarının hasar görmesine yol açan yangınlar dizisi Hegel’i yine haklı çıkardı. Son yıllarda dünyanın neresinde büyük bir yangın olsa bunun uzmanların ve çevreye değer veren aktivistlerin yıllardır yaptığı uyarılarının görmezden gelinmesinin sonucu olduğunu biliyorum bu üzüntümü hafifletmiyor ama yine de tıpkı tarihteki felaketleri kitaplardan okurken hissettiğim gibi yangın felaketinin de bana ve sevdiklerime direk zarar vermemesiyle iğrenç bir teselli buluyordum. Yangının Marmaris’e sıçramasıyla ve kişisel hafızamın cenneti olan alanları yok etmesiyle farkına vardım ki insanlığın ortak hafızası bütün acıları ve mutlulukları eninde sonunda hep beraber deneyimlememize sebep oluyor. Yani gemisini kurtaran kaptan olmuyordu.   

Marmaris cayır cayır yanarken Marmaris’i düşündüm. 13 yaşımda bir okul gezisiyle gittiğim Marmaris’i. İçmeler’de bir otelde kalırken televizyondan Beşiktaş’ın 7. şampiyonluğunu kutlamasını izlediğim Marmaris’i. Yüzyüzeyken Konuşuruz grubunun “Bodrum” şarkısında bahsettiği ‘’ilk gençliğimde yeni uzamış saçım ve güneş gözlüğüm’’ ifadesini çağrıştıran halimle deneyimlediğim Marmaris’i. İlk aşkımın son aşkımın ve bütün aşklarımın aşkı olan Marmaris’i. Daha birkaç ay önce Gökova’dan Amos’a bisikletle karış karış kokladığım Marmaris’i.  Bütün bu olanları sosyal medyadan kahrolarak takip ederken biliyordum ki yanan sadece Marmaris değil beni ben yapan kişisel belleğim ve gelmiş geçmiş birçok anımdı. Marmaris demek mutluluk demekti. İlk gidişim sonrası Marmaris’e doğru her yola çıkışımda mutlu olmuştum ve her Marmaris dönüşünde içimde buruk bir tat kalmıştı. Evet, Marmaris’in yanmasıyla birlikte beni ben yapan birçok şey de yanıyordu. İstanbul’da Taksim meydanıEmek Sineması, İnönü Stadı, Beşiktaş sahilindeki Nüfus İdaresi, Eskişehir’deki Kılıçoğlu ve Arı sinemaları ve Eylül pastanesi değiştiğinde ya da yok olduğunda ne hissettiysem onu hissediyorum hatta daha fazlası. Alıp başımı gideceğiburalardan dediğimizde, gideceğimiz yerleri bile kaybediyoruz. Yani hayallerimiz bile çalınıyor. Tıpkı Bağdat istilasında öldürülen insanların çalınan ve bir daha hiçbir zaman gerçekleşemeyecek hayalleri gibi… 

 Hegel’e göre bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Marx ise Hegel’e katılarak, bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir, der ve ekler; ilkinde trajedi ikincisinde komedi olarak. Aydınlar Ocağı 1980 sonrası Türkiyesini kendi düşün dünyasına göre şekillendirirken, günlük yaşamın ezici, bunaltıcı ve sıkıcı karmaşıklığından kurtulmak için kendilerini emniyete alacakları isimler, semboller ve sloganlar üzerinden bir tarih yaratıp toplumun harcını üniter bir Türk-İslam sentezi ile karmak istemişler. Bütün bu çabalarının sonucunda bize de tarihteki olayları ve kişileri ikinci kez deneyimlemek düşmüş ama Marx’ın teorisinde ufak bir değişiklik yapmamız gerekiyor. Marx’ın tarihte olayların ve kişilerin komedi olarak tekrar etme argümanı biz Ortadoğulular için geçerli olmuyor. Evet tarihte ikinci kez tekrar eden kişiler komik duruyorlar ama yol açtıkları zararlar yüzünden biz tekrarlanan olayları komedi olarak yaşayamıyoruz. Yine de umutsuz olmamak lazım Yaşar Kemal’in şaheseri İnce Memed’de bahsettiği gibi, Abdi Ağa gider Hamza Ağa gelir ama bir İnce Memed gider bin İnce Memed gelir. Feodal bir dünyada Ağalarla mücadele eden İnce Memed’in mücadele ruhunu örnek alsak da teknopolitiğin ve gerçek-ötesinin tahakkümündeki bir dünyada mücadele yöntemlerimiz farklı olmalıdır. Çevreye, doğaya, ağaçlara ve yeryüzünde bizimle birlikte yaşayan bütün canlılara göstereceğimiz saygı zamanımızın Abdi Ağa ve Hamza Ağalarıyla mücadele etmek için gerekli olan yöntemlerin başında geliyor olabilir. Çevrenin, doğanın, ağaçların ve diğer canlıların bize yada bizim saygımıza ihtiyacı yok ama çocuklarımıza yaşanabilir ve Abdi Ağasız  bir dünya bırakmak istiyorsak bizim diğerlerine saygılı olmaya çok ihtiyacımız var. Yoksa yanan ağaçların, ortak mekanlarımızın ve kişisel hafızalarımızın arkasından daha çok göz yaşı dökeriz. 

  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstanbul Triatlonu

Kızıma Mektup

İnsan Neden Koşar?