Fantom Ağrımız

 

Otuzlu yaşlarımın başında öğrendiğim fantom ağrısı kavramını, eski bir sevgiliye duyulan özlemi anlatmak için romantik bir yazıya taşımak isterdim. Ama insanın yaşadığı coğrafya buna pek izin vermiyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi:

“Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.”

Bugün fantom ağrısından, özlenen geçmiş ya da kaybedilen aşk için değil; yüz binlerce insanımızı kaybettiğimiz büyük bir felaketi, depremi anlatmak için bahsediyorum. Daha doğrusu “deprem” değil, usulüne uygun yapılmayan binalar yüzünden yaşadığımız büyük kaybı.

Fantom ağrısını bir ilaç firmasının temsilcisi olarak kanser ağrısında kullanılan bir ilacı tanıtırken öğrenmiştim. Bir uzvunu kaybeden kişi, o uzvu beyinde hâlâ varmış gibi hissediyor, sinirler kayıp uzvu bulamayınca sürekli sinyal gönderiyor ve bu da dayanılmaz bir acıya yol açıyordu. Düşünün: Hem uzvunuzu kaybetmişsiniz, hem de beyniniz size sürekli o kaybı hatırlatıyor.

Depremden sonra aklıma ilk gelen buydu. Kimi zaman bir uzvu, kimi zaman bir yakını, kimi zaman sevdiğiniz bir insanı kaybedersiniz… Fark etmiyor. Beyin kayıpla baş edemiyor ve insan, sürekli tekrarlanan bir acının pençesinde kalıyor.

Fiziksel kayıplarda acıyı hafifletecek ilaçlar bulunabiliyor belki, ama toplumların büyük felaketler sonrası yaşadığı hayalet ağrıyı yatıştıracak bir ilaç yok. Bunun için çok daha uzun zamana, çok daha derin bir dayanışmaya ihtiyaç var. Biz ise bireysel olarak rutinlere dönmeye çalışıyoruz; acılarımızı bastırmanın, kayıplarımızı unutmanın tek yolu bu oluyor. Benim için Runtalya böyle bir rutindi. Ama bu yıl farklıydı. Runtalya, deprem farkındalığı konseptiyle koşuldu. “Deprem konseptli koşu mu olur?” diye sormak geliyor insanın içinden. Ama bizde oluyor.

2018’den beri her yıl yaptığım gibi bu yıl da kırk iki kilometre yüz doksan beş metreyi koştum. Ama bitiş çizgisinde hissettiğim şey, önceki yıllardaki gibi değildi. Çünkü biliyorum, hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. Bu karanlık günler kolayca geçmeyecek. Geçer gibi olduğunda bile kaybettiklerimizin yarattığı boşluk acı vermeye devam edecek.

Wilhelm Schmid şöyle diyor:

“Duyarlılık, hâlâ kurtuluş vaat eden yegâne insan yeteneğidir.”

Belki de elimizde kalan tek teselli budur. Deprem felaketi sayesinde tanıdığımız duyarlı insanlar… Onlar olmasaydı, belki çoğumuzun sonu Stefan Zweig gibi bir umutsuzluk olacaktı.

Şimdi öyle bir dönemdeyiz ki insan, baharı müjdeleyen cemreye bile sevinmeye çekiniyor; çiçekleri koklamaktan, sevdiklerine şefkatle bakmaktan, çocuklarını sevmekten bile utanıyor. İşte tam da bu yüzden, tek tesellimiz duyarlı insanlar oldu. Fantom ağrımız belki hiç geçmeyecek. Ama bu insanlara sarılarak, bu insanların çoğalması için çalışarak daha iyi bir toplum olabiliriz.

Belki o zaman kendi sefahatleri için insanları birbirine düşürenler, kindar nesiller yetiştirmeye çalışanlar amaçlarına ulaşamayacak. Belki o zaman yeni nesiller, siyahın içinden beyazın, beyazın içinden siyahın çıktığını; fırsat eşitliği, adil bir toplum ve yaşanabilir bir çevre olduğunda insanların içindeki iyi tarafların daha çok ortaya çıkabileceğini görecek. Ve belki biz, bu güzel coğrafyaya layık insanlar olabileceğiz.

Kim bilir…




Not: Bu yazı, 2023 Şubat’ında Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve 13 milyon insanı doğrudan etkileyen deprem felaketi sonrası hiç düşünmeden bölgeye koşan, başta Dr. Serkan Kara olmak üzere bütün isimsiz kahramanlara adanmıştır.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstanbul Triatlonu

Ironman Frankfurt

Kızıma Mektup