Ironman Frankfurt

Bir zamanlar bir padişah, yetenekli insanları ödüllendirmek için bir yarışma düzenler. Yarışmacılardan biri, 10 metre uzaktaki bir iğneden ipliği geçirmeyi başarır. Padişah onu bir kese altınla ödüllendirir ama aynı anda bu kadar “boş bir işle” uğraştığı için Fizan’a sürülmesini emreder.


Triatlona başladığımdan beri her antrenmanda ve her yarışta kendime aynı soruyu soruyorum:

“Ben ne yapıyorum?”

Yaşıtlarım, meslektaşlarım, arkadaşlarım da soruyor:

“Volkan, sen ne yapıyorsun?”

“Yüzüyorum, bisiklete biniyorum, koşuyorum” diyorum.

Ama onlar tekrar soruyor:

“Yok yok, o değil… Sen ne yapıyorsun?”

Kimi zaman da kulağıma geliyor:

“Bu işte kesin bir iş var.”


Wright Kardeşler, 17 Aralık 1903’te ilk uçuşlarını yaptığında havada sadece 17 saniye kalıp 37 metre yol alabilmişlerdi. Çevrelerinde onlara deli gözüyle bakan da vardı, “siz yaparsınız” diyerek destekleyen de. Aslında onlar da tıpkı kıssadaki gibi bir kese altınla ödüllendirenler ve Fizan’a sürgün edenler arasında sıkışmışlardı.


Bir yaş grubu sporcusu olarak triatlona başladığımda yaşadıklarım da farklı değildi. Çevremdeki tepkileri hep ikiye ayırdım:


  • Bir kese altın verenler: Takdir eden, motive eden, “helal olsun” diyenler.
  • Fizan’a sürenler: “Ne gerek var, yaşını başını almışsın”, “iki küçük çocuğun var”, “deli misin, sabahın köründe koşulur mu?” diyenler.



Bazen daha da ağırını duydum: “Bu kadar zamanı nereden buluyor? Ya ailesinden çalıyor ya işinden… Yoksa ilaççı ya, kesin doping yapıyordur.” Günde ortalama beş saatini televizyon karşısında geçiren bir ülkede, saatlerini spora ayıran birine yöneltilen bu ithamlar aslında şaşırtıcı değildi.


İnsanoğlu, öleceğini bilen tek canlı. Bu kabusla baş edebilmek için masalı, efsaneyi, dedikoduyu icat etmiş. Kültür kurumları insanı ölüm düşüncesinden uzaklaştırıp hayata bağlamış. Yine de ölüm gerçeği baki kalmış. Bazıları bu gerçeğe rağmen hayata güzellik katmaya çalışırken, bazıları da kendi huzursuzluklarını başkalarına yüklemiş. Aslında hepimiz zaman zaman iki durumda da olabiliyoruz; ama kimi insanlar üretip yaratıcılıkla yaşamı zenginleştirirken, kimileri eksikliklerini başkalarının üzerine yıkıyor.


Ölümü bilerek yaşamak, tam da bu yüzden, bir kabus. Bu kabusu aşmak için kimileri farklı olanı ayıplıyor, yasaklıyor; kimileri ise doğadaki çeşitliliği fark edip bunu yaratıcılığa dönüştürüyor. Ve bu mücadele hiç bitmeyecek.


1903’te Wright Kardeşler’in 17 saniyelik hayali, bugün gökyüzünde her saniye 10 milyon insanın yolculuk ettiği bir gerçek haline geldi. Onları “bir kese altınla” destekleyenler haklı çıktı.


Ben de 15 Ağustos 2021’de, “eleştirel teori”nin ve Goethe’nin şehri Frankfurt’ta 140.6 Ironman’i tamamlayarak, beni Fizan’a sürgün etmek isteyenleri değil, bir kese altın verenleri haklı çıkardım.


Ne mutlu bana ki “sen ne yapıyorsun ya?” diyenlerden daha çok “sen yaparsın” diyen güzel insanlar biriktirmişim. Ne mutlu ki insanlık tarihinde her zaman, her dönemde, “sen yaparsın” diyenler çoğunlukta oldu ve olacak.


İnsan yaşadığı sürece umut var olacak. Ve umarım bir gün bu umut, padişahların sadece masallarda kaldığı, bir kese altın verenlerin hep haklı çıktığı hayatlara yelken açmamızı sağlar.


Yorumlar

  1. anlamayan değerini bilmez yolun acik ruzgarin bol olsun

    YanıtlaSil
  2. Keyif alarak ve üstüne düşünerek okudum. Yolun yolumuzdur

    YanıtlaSil
  3. “Peşin fikirler, muhakemesiz hükümlerdir.” Harika bir yazı olmuş. İnsanlar ilk başta kendilerinin yapamadıkları şeyleri, başkalarının da yapamacağını düşünüp kendi vicdanlarını rahatlatmak için meydan okurlar. ‘Nasıl olsa o da yapamaz diye’ meydan okuduğu kişi o işi yaptığı zaman da ‘neden yaptı ki’ der. ‘Neden yaptılara’ rağmen koşmaya,yüzmeye, pedal çevirmeye en önemlisi kendini dinlemeye devam etmen lazım, bunun da en büyük ışığı bu yazı olmuş.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstanbul Triatlonu

Kızıma Mektup